3 Ocak 2016 Pazar

Joan Didion, Mavi Geceler





kitaplıktaki, kitapçıdaki bir rafta kendi aklımla seçip alacağım bir kitap değil mavi geceler. ne isim ne cisim olarak (kapak resmi, ciltli kitap, renkler)
öyle önyargılıyım ki içinde mavi ile gece birlikte geçiyorsa bir kitabı asla satın almayabilirim. muhtemelen "mavi"li pekçok şeyi almam. "gece" li alabilirim. mesela şöyle bir şey ilgimi muhakak çeker "o meşum gece" içimde gizli bir bela lugosi hayranlığı... çok da gizli olmayabilir.

bela lugosi
hiç tanımadığım bu kadının kitabını, izlediğim bir dizide, edebiyat öğretmeni gözde karakterimize 2 kez bahsedince aldım.
dizi, the fosters.
edebiyatçı: adını hatırlamıyorum.
öğrenci: lezbiyen çiftin bir türlü resmi olarak evlat edinemedikleri, "sorunlu", dobra felan diye başlarda sevdiğim gel gör ki dizi devam ettikçe tüm diziden ve karakterlerinden ikrah geldiği için izlemeyi bıraktığım için artık hiç hatırlayamıyorum.
ama yine de yazar keşfetme merakım bitip tükenmek bilmediğinden idefix listeme atmış bulunduğum kitabı aldım. neden bu kitabı seçtiğim muamma.
yok muamma falan değilmiş. türkçeye 3 kitabı çevrilmiş, bir tek bunun baskısı tükenmemiş.
ok. bilmek iyidir. kendi motivasyonlarıma zaten aşina değilmiydim? aşinaydım.


pekala. joan didion, bakınca çokça otobiyografik işler yazmış. 10 otobiyografik kitaba, 5 kurgu! senaryo yazmışlığı da var, bakalım bildiğim bişeyler var mı?



vay, şu meşhur barbara streisand'li "bir yıldız doğuyor" un yazar ekibinde. kocası da aynı amel ile iştigal ediyor. senaryolarda ikisi birlikte çalışmışlar. yani karıkoca yazar ve senaryo yazarı. niye bu kadar kurcaladıysam, zaten kitabı okurken bunu öğreniyor kişi. hatta kitabı okumakta bununla ilgili sorun yaşadığımı söyleyebilirim. fazla "seçkin", fazla bambaşka bir dünya. dönemlerin şaşaası da değişiyor ya hani, günümüz celebrity leri, ünlüleri başka, 20 yıl önce başkaydı, 50 yıl önce başka.


neyse. Mavi geceler'de mevzu zaman. Evlat edindikleri kızları  39 yaşında ölmüş. iki yıl içerisinde de kocası. kayıplar, zaman, yaşlanma, anılar, duygular, hakikatlerin farklılığı, korku ve tekrar yaşlanma üzerine çok içeriden, ilk ağızdan çok samimi bir kitap. biraz da ürkütücü. eh kimse kendi yaşlanma ihtimali ve şekli üzerine düşünmek istemez.

kendi yaşlanmasını gözlerken bir yandan kendi gördüğü kızı ile kızının kendisinin kim olduğunun örtüşüp örtüşmediğini zihninde, anılarda araştırıyor, didik didik ediyor. sevgi ve özlemle. tuhaf bir hesaplaşma seziliyor ama zaten evladın ölüm şekli, sebebi, aralarındaki ilişkinin evrildiği hal öyle muğlak ki... bu işte bir suçluluk duygusu var diyorsun ama demek istemiyorsun, çünkü hangimiz suçluluk duygusu beslemiyoruz ki bir yerlerimizde?



bu ara, tuhaf bir denk gelişle (Jung'un kemikleri sızlayacak. biliyorum 'denk geliş' diye bir şey yoktur.) biyografik şeylere sıkça maruz kalıyorum. biri yine bas bas bağırarak bana bir şeyler anlatmaya çalışıyor korkarım.





ben kentsoylu değilim. o yüzden olsa gerek bizim yadigarlarımız totemlerimiz yok. soyağacından bahsedelim dedik, anneannemlerin anne ve babasından öteye gidemedik. savaş varmış. köye öleklik gelmiş (ispanyol gribi)  gitmiş dönmemiş. şöyle demişler böyle demişler. ve yine bu yüzden bu anlamda şimdi joan didion'un yadigarları o ölünce ne olacak diye çok merak ediyorum. benim yadigarlarım mesela olsa olsa külfet olur. mümkünse minimize edip, minimize olanları da tasnif edip öyle ölmek lazım ki, dileyen dilediğini, işine yarayanı kolayca bulsun alsın. ama işte joan didion'dan kalanlar ne olacak.

hadi düünelim. 
-müzayedeee!!!
ee ne olmuş?
-"açık arttırmaaaa!!"
yani?
-"müzeye bağışlanabiliiiir!!!"
ne için?
işte duygularım böyleyken böyle.

kitapta sıkça bir Diana'dan bahsediliyor. ünlü biri. Joan 'un çok derin özlemle andığı, 71 yılında kaybettiği dostu. hayat değiştiren dostlardan bir olduğunu fark ediyor ktabı yazarken. evlat edinme olasılığını düünebileceklerini ilk Diana söylemiş. öyle sık ve sevgiyle geçiyor ki buraya bir fotoğrafını koymamak olmazdı. kitapta da bahsi geçen, life dergisi kapağı. ve kızıyla bir fotoğrafını da koyuyorum. kızı üzerinde 




dün gece yatmadan Hours/saatler'i izledim.  hemen alıntı yapalım. tam yeri geldi benim hissiyatı haletime göre. Kocası Virginia'ya neden kitabında birisinin ölmesi gerektiğini sorar. o da der ki: "Someone has to die in order that the rest of us should value life more. It's contrast."
benim çevirim şöyle olsun: "birisi ölmeli ki kalan bizler yaşama daha fazla değer verelim. kontrast olsun diye"


31 Ekim 2014 Cuma

şule gürbüz, coşkuyla ölmek

şule gürbüz okumak, sadece bir ilhama, fikre, zekaya, akışa, hayal dünyasına tanık olmak olmuyor. Bir sınava girmek, o sınavı ister istemez vermek gibi oluyor. Arka sayfa bile mazoşist okuru tahrik etmeye yeter.

27 Ekim 2014 Pazartesi

dean r. koontz, yabancılar

Dün bitti. Bu adamın yazdığı en güzel kitap fısıltılar. Ikincinin adını hatırlayamadım.  3. Yok:( olsun özlemişim bu türü.

15 Haziran 2014 Pazar

hakan günday, kinyas ve kayra


hakan günday ve murat uyurkulak ile ilgili bir problemim var. ikisiyle birden. okuduğum kitaplarını hatırlamıyorum, ve onları birbirlerine karıştırıyorum!

gördüğünüz gibi ayıp ediyormuşum. yine de sanırım ekiptekileri birbirine karıştırma yatkınlığı ile ilgili olsa gerek.hem yüz-göz'den bahsetmiyorum aslında, çünkü murat uyurkulağı daha önce gördüğümü hatırlamıyorum.
en son okuduğum kitap kinyas ve kayra, üstüste ankara'dan okumuş oldum. köşesi katlanmış çok sayfam var. bakalım altından kalkabilecek miyim?

ah bu arada! kitabı ikinci el aldım. dedim ve kayboldum... çünkü aldığım yerin adını bilmiyorum. yıllardır gittiğim bir yerdir, bazen çok seyrek, bazen üstüste, ama adına hiç dikkat etmemişim. google haritalarından bak, yok sokağın adını arat derken öğrendim! lamelif sahaf. evet oradan aldım.

ilk sahibi ilk kitabı açtığında heyecandan olsa gerek, bir sürü satırın altını mavi tükenmez kalemle çizmiş, sayfanın altına üstüne notlar almış. tükenmezle!
ben de tam bir önceki ankaralı yazarımda bununla ilgili bir durumun olduğu bir öykü okumuştum. hahhahahah, aynı kitapçıdan aynı zamanda aldığım bir kitap, yine ankaralı bir yazar, murat uğurlu'nun buralar bıraktığın gibi'sinde bir öykü. bahsetmezsem olmaz. adam sahaftan farkında olmadan aldığı altı çizili bir kitap yüzünden düpedüz sıkıntılıdır. "bütün hayatım şu düşüncesiz adamın altını çizdiği harf yığınlarının gölgesinde mi geçecek şimdi?"  böyle der çünkü kendisi öldükten sonra başkalarının o kitabı bulup altını çizdiği yerlerin onun tarafından çizildiğini düşünerek, kendisini oralardan tanımlamasından korkar! murat uğurlu da barış bıçakçı ve emrah serbes arasında buruk bir tatla ilk kitabını bizlere hediye etmiş! diyerek esas konumuza dönmeli...

bu bir

pekala merak edip kıvırmışım, nedir acaba platon'un mağara istiaresi?


vay, evet, bunu duyduğumu hatırlıyorum. ama aklımdan silinmiş gitmiş. işte bu yüzden güya girişmiştim bir bloğa... hakan günday, kitapta kinyas'ın ağzından şöyle yazarak merakımı cezbetmiş -ama ne yazık ki tembelliğimi yenemediğinden şimdi bakıyorum!-
"Platon'un Mağara İstiaresine karşılık ben de Kuyu İstiare'sini yazdım: doğdukları andan itibaren düşen insanların, yanlarından hızla geçen fırsatlara ve başka insanlara tutunup tırmanmalarını ve bunu sadece doğdukları andaki yüksekliklerine erişebilmek için yaptıklarını anlattım."

yine kendimi dağıtıp, bu sefer de yıldız tilbe'den aşk yok olmaktır dinlerken buldum kendimi.

bu iki

ancak çok uzun geldi. ne yazmak ne fotoğraf, direk tarayıcı!

bu üç

bizimkiler liberya'da takılıyorlar. Kayra geçen bir arabadan alpha blondie duyuyor ve her coğrafyanın kendine göre ağıtları var" diyor içinden. onun için sıradaki şarkı geliyor:

dört

aşık veysel ve david bowie'li bir zihin yolculuğu yapıyor bir paragraf boyunca kinyas ve sonra bowie'nin bu şarkıyı söyleyeceğini yakıştırıyor. hiç duymadığım bir parçası bu.

beş

açıklamalar taramanın üzerinde!

altı

yine kinyas anlatıyor. ölü anlardan bahsediyor. örnek olarak belushi ile ackyord'un bu sahnesini anlatıyor.

yedi

matrak. kinyas, dünyadan gelmiş geçmiş en büyük edebiyat üstadını sözü diyerek "ölüm tek ilham kaynağıdır " diyor. yine aynı üstadın "kitaplarımı asla okumam. ilgilendirmiyorlar beni. edebiyata büyük yeteneğim var ama ona inanmıyorum" alıntısı yapıyor. ancak bu alıntıyı nasıl ararsam arayayım yine karşıma kinyas ile kayra çıkıyor!

sekiz

uzay yolu'ndaki atılgan'ın orijinal ismine hiç dikkat etmemişim. karşıma burada çıkaması... yine kinyas'tan al haberi, USS enterprise imiş!

dokuz

bu sefer kayra'dan inciler. "dinlemek ve inanmak en zorudur. anlatmak ve uydurmaktan daha zor. kulak ile beyin arasında tertemiz bir yol ister. var mı dünyada böyle bir insan?"

on

kayra, alpha blondie'nin fildişi kıyısı futbol milli takımı için yaptığını söylediği parçaya denk geliyor arabada radyoyu açtığında. orta afrikanın en büyük gangsterlerinden birinin kaçak silah yüklü kamyonlarını çalmaya gidiyorlar.

onbir

kayra kendisine vurgun bir kıza olumsuz cevap vermeye hazırlanırken düşünüyor:
"daha anlayamamıştı sonunda ölüm olan bir hayatta mutlu son olmasının mantığa aykırı olduğunu. ölüm mutlu bir son olamazdı. kimse için. ama yine de insanlar, kendilerini kandırmak için hayatlarını dönemlere bölüyorlar ve ancak o dönemlere mutlu sonlar uydurabiliyorlardı. oysa haya her bölümünde ayrı bir hikayenin döndüğü neşeli bir dizi değil, sonunda herkesin öldüğü ve katilin bulunamadığı sıkıcı bir filmdi."

oniki

kayra'dan
"böyle insanlara hep sormak istemişimdir. "peki bana bilmediğim herhangi bir şeyi söyleyebilir misiniz?" diye, kimde böyle bir sır vardı? bütün dehalar sırlarını dünyayla paylaşmışken, hangi bilinmeyenden bahsediyorduk?"
burdan kayra'ya sataşasım var, ama yapmamaya karar verdim.


zaten bundan sonra kooooskoca bir kinyas'ın yolu bölümünde kayda değer bir şey bulamamışım... insanın okuduğu anki hallerin bu seçimlere etkisi mi? muhtemelen. bitmekte olan kitabı devirmeye yaklaşma momenti? olabilir. sıkılma? korkarım oldukça... sanırım bu kitabı 20li yaşlarımda okumalıydım.

14 Haziran 2014 Cumartesi

emrah serbes, hikayem paramparça

bir solukta kaç ankaralı yazar sayabilirsiniz?
ama böyle, biri diğerini hatırlatacak, dersin ya, "a bi de şu vardı..." ama aralarında bir frekans denkliği sebebiyle. ben emrah serbes barış bıçakçı murat uyurkulak hakan günday diye giderim herhalde. bugün en azından.

tırnaklarımın pis olmasını izah edebileceğim sebepleri var, gel gör ki izah edecek değilim.

hikayem paramparça anladığım kadarıyla afili filintalardan derlenmiş, gel gör ki benim internet okumalarım çok zayıf olduğundan hiç gönderme yapamıyorum. sadece mış-miş diyebiliyorum.

kitap önce, ne bu yahu, kısa kısa, kafka aforizmalarına mı geldik duygusu yarattıysa sebebi benim önyargılı zevzeğin teki olmaya eğilimimdir. sonra zaten bir baktım kendime rağmen keyif almaya başlamışım çoktan.

katlanmış sayfaları teker taker açalım bakalım oralara benim için neler saklanmış?




"insan bir yerde doğdu mu oralı olmuyor, o zamanlı oluyor daha çok. memleketi o zaman oluyor.doğduğumuz büyüdüğümüz şehirdeki bütün değişimleri hüzünle kaydetmemizin nedeni bu."

33. "boşa geçmiş anlamlı günler" başlıklı bölümde antalya'da bir lıklık birahanesinden bahsediyor, bir bakayım internette nasıl bir mekan diyerek kıvırmışım sayfanın kenarını, ama kapanmış lık lık birahanesi, birisi ekşi sözlükte emrah serbes başlığı altında girdiği entry'de bahsetmiş.
bölümde anlatmış orayı işleten yalçın ve aydın. tüm müşteriler gidince ve aydın da gidince, yalçın baha'nın kutupta yaz gibi albümünü koyarmış. bin kez dinlemişler o albümü... ben de duyguya bakayım diye alıyorum buraya kaçınılmaz olarak:


benim için dinlemesi pek kolay değilmiş.

sonraki alıntıyı yazmak değil göstermek istiyorum:


en bayıldığım ve bayıla bayıla yazacağım da şu:

50. yanlış anlama hakkı


bir şeyi yanlış anladığımızda, sakladığımız arzularımızın da ipuçlarını veririz. bir şeyi yanlış anlamaktan ölesiye korkmamızın nedeni bu.


sıradakiiiii, yine görsel olarak geliyor, ancak bunun sebebi üşengeçliğim değil. ilk cümle güzel ama pek benim paylaşacağım bir şey değil gibi. galiba ben burada en çok pessoa ile ilgilendim ve hatta galiba ben bu kitap yüzünden bir pessoa okuyacağım. tırnaklarım halen pis, ama nedense canım henüz yıkamak istemiyor...

son alıntı 66. hisler ansiklopedisi'nden:

"kız arkadaşın var mı?" diye sordu.
"bazen."
"o nasıl oluyor?"
"sadece sarhoşken gidiyorum. bazen içeri alıyor, bazen almıyor. hiçbir şey içmiyor ama kafası benden güzel. komşulara kuzen numarası yapıyoruz. karışık bir durum."
"onu elinde tutmak istiyor musun?"
"bazen."
"o zaman onu sürekli suçla.," dedi. "bazen suçlama sürekli suçla. suçsuzluğunu kanıtlayamadığı sürece sana kötü davranamaz."

of be ya bu öykünün devamında kızarkadaşıyla diyaloğu da çok keyifli... bu öykü keyifli. o yüzden buyrunuz, başlığı afili filintalara bir link haline getireyim tadını çıkarınız.



gelelim yepyeni bir başlığa:

bu kitap yüzünden hangi kitapları da okumak istiyorum:

  • barış bıçakçı'nın aramızdaki en kısa mesafe'sini, 
  • daha önce de dediğim gibi bir pessoa, bakalım nesini artık
  • 51. "insan ziyan olmak için yaratılmıştır" yüzünden, ne kadar kafam basar hiçbir fikrim yok ama bir şansımmı deneyerek schopenhauer, artık ne yapalım, kısmet bugüneymiş diyerek. yine aynı bölüm yüzünden Joshua Ferris'in "bilinmeyen"i, ama idefixte baktım tükenmiş. nereden bulunur acaba?


orson scott card, alvin maker serisi


yok hayır tüm seriden bahsedemem şimdi. mümkün değil. ancak bir kaç alıntı yapmıştım, onları buraya aktarıp hafiflemem gerek. yalnız haddimi aşıp çeviri yapamayacağım:( çuvallamak istemem. ya da duyguyu kaybetmek...

kitaplar şu an bende değil, ama sanırım alıntıladığım kısımlar "heartfire"dan olmalı. 6.45 ilk üç kitabı çevirdi ve yayınladı, ancak bir arkadaşımla dayanamadık ve kalanları amazondan getirttik.

ilk alıntı alvin'den:

poor fools, they always thought that Destruction is merely destruction, they were using it and when they were done with it, they'd set to building. but you don't built on a foundation of destruction. that's the dark secret of the Unmaker, alvin thought. once he sets you to tearing down, it's hard to get back to building, hard to get back to your own self. the digger wears out the ground and the spade.


ikinci alıntı. verily'den:

"there," said verily. "what you just said. that's why we are giving up on you."
"because i dare to name the truth?"
"because you've latched on to a story that can capture everything we say and do and turn it into a lie."

üç:

"this is today's puzzle," he said. "if the act of denial can be taken as a proof of the crime, how can an innocent man defends himself?"

dört, becky'den:

"there's noone who doesn't have memories he wishes he didn't have. and there are crimes arise from descent desires gone wrong, from justified passions carried too far. crimes that began only as mistakes. i've learned never to judge people. of course i judge whether they are dangerous or not, or whether they did right or wrong, how can anyone live without judging? what i mean is i don't condemn them."

Bu alıntı farklı bir kitaptan, the crystal city'den olmalı. o karakter onda var...

marie d'espoir/dead mary'den:

"to have a knack s a burden; not to have a knack is a burden; god only cares to see what we do with the burden we have."




hanif kureishi, gün boyu gece yarısı




ve hiç bir şey olmaz. bu kitap öyle bir kitap. o kadar hiç bir şey olmaz ki, bir süre sonra zihinden "ya bir şey olursa?", "eee, şimdi ne olacak acaba?" soruları silinip gider.hayat gündeliğin macerasızlığında. kadınlar, erkekler ve onların aşkları da.

bir alıntı:

"bana niye soruyorsun?" dedi natasha. "her şey çok beylik oldu. ya içeridesin, ya dışarıda. ben dışarıdakilerdenim; sapkınların, çaresizlerin, mağdurların ve yıkılmışların arasında. olabileceğim tek yer bu."
"neden alışkanlıklarını ilkeye dönüştürüyorsun?"


kitaba adını veren gün boyu gece yarısı öyküsünde ian birkaç sabahtır kahvaltı için dışarı çıkmadan önce schubert in si bemol majör sonatını dinler. aslında hayatında hep pop dinlemiştir. bunun asla anlayamayacağı bir müzik olduğunu düşünmek hoşuna gider: sanki böyle olması müziğin önemli bir parçasıdır.

son sayfa köşesi yine aynı öyküde kıvrılmış. aslında bu sayfanın kıvrılmasına sebep olan balzac imgesi. balzac okumadım. belki lisedeyken okumuşumdur, hiç hatırlamıyorum. orson scott card'ın yaratığı alvin maker evreninde balzac karşımıza çıkar 4. ya da 5. kitapta. henüz ünlenmemiştir. "insanları çalışır". bohem bir hayatı vardır. sefahati sever. insanları sınırlarına kadar zorlar, olasılıkları görebilmek için. en büyük hayali yazmaktır. yazmaya başlayana dek malzeme toplayarak geçirir zamanını, ve malzeme yaratarak.
honore de balzac'ı ben vadideki zambak'ın yazarı olarak bilirim, kütüphanelerde görmüşlüğüm olduğundan, bir de yukarıda anlattığım gibi bir kitap karakteri olarak. hanif kureishi'nin kitabında da kendisiyle karşılaşmak artık bir balzac okumayı işaret ediyor olsa gerek:)